“Küçükken bir ev resmi çizerdik bacası yaz, kış tüterdi”
Genelde sıra dağlar, dağların arasından inen bir dere, derenin üzerinde ise tahtadan köprü olurdu.
Evim dağların eteğinde, derenin dibinde, beyaz boyalı gelincik gibi dururdu. Sonra horozlar, tavuklar yem yerdi etrafta.
Hiç kış resmi çizmedim ben.
Dağların ardında güneş görünürdü hep.
İki çocuk top oynardı, bir adam derenin kenarında hayal kurardı.
Benim resimlerimde hiç yağmur olmazdı, şimşek çakmaz, kar yağmaz, hava üşütmezdi. Ne zaman kağıdım ile kalemim birbirini bulsa “yaz” ı çizerdi. Umudu, huzuru, neşeyi boyardı boyalarım.
Hiçbir zaman ağlamazdı çocuklar. Çöp adamların bile yüzü gülerdi. Pinokyo belirirdi bazen ama burnu şimdikilerin ki kadar uzun değildi. Onun yalanları hep pembeydi.
Pamuk prensesi eliyle koymuş gibi bulamazdı üvey anne. Cüceleriyle mutlu mesut yaşar giderdi.
Yan yana çizdiğim evlerin olduğu resimlerde komşuluk vardı. Elmalar ağaçların dallarından koparılıp yenirdi. Ve sağlıklıydı her karede beliren sima.
Dağlar çiçek toplamak içindi. Oksijeni ciğerlere kadar doldurup, temiz havayı solumak için.
Köylerde çocuklar okula korkmadan gönderilirdi. Geri döner mi? Endişesi hissedilmezdi.
“Zaman artık çok kötü” cümlesi pek söylenmezdi. Herkes insanlığın dilini konuşurdu. Ayrım göz edilmezdi.
Benim resimlerimde mutluluk vardı, barış, umut, huzur taşıyan gelecek günler vardı.
Yaz kış bacasından duman tütmeyen evler, hep güneşle, sevgiyle ısınan bir Dünya vardı.
Manşetlerinde felaket haberi hiç olmayan gazete sayfaları, dışarı çıkınca ürkmeden yürüyen insan kalabalıkları vardı.
Ne yazık ki düşüncelerimin hepsi o eski sayfalara çizili resimlerde kaldı. Şimdi bu saydıklarımsa bize “masallar” kadar uzaklaştı. ALINTI